İnsan doğası, İK uygulamalarımız açısından bize neler söylüyor?
İngiltere’deki yüksek lisansımda edindiğim en önemli kazanımlardan biri; teknik bilgi — beceriden daha önemli olan şeyin bakış açısı olduğuydu. İnsan Kaynaklarındaki tüm danışmanlık ve eğitim çalışmalarımda bu ilkeyi korumaya çalışıyorum. Bu bağlamda moda olduğu için bazı İK uygulamalarını takip etmek yerine insan doğasını takip etmenin, çok daha kalıcı ve başarılı uygulamalar yapmamızı sağladığına inanıyorum.
Bakış açımız davranışlarımızı, sözlerimizi şekillendirdiği gibi; sözlerimiz, kullandığımız ifadeler de bakış açımızı şekillendiriyor. Bu nedenle “insan deneyimi” ifadesini gündeminize taşımak istedim.
Bugün “çalışan deneyimi” popüler konulardan biri. Mesleğim adına umut vaad ediyor. Ben de çok mutlulukla bu çalışmaları yapıyorum. Bununla beraber bu kavramın bir seviye daha üstüne çıkmamız gerekiyor. Şöyle ki; “çalışan” ifadesi, “kuruma hizmeti karşılığında maddi bazı kazanımlar elde eden, belirli kurallar, prosedürler çerçevesinde hareket etmesi beklenen, yönetilmesi gerektiğine inanılan” bir kişiyi ifade ediyor. “Kurumun kendisine çok şey verdiği, kurumun kendisinden üstte konumlandığı” birini ima ediyor. Oysa “çalışan deneyimi” yerine “insan deneyimi” dediğimizde bazı kabullerimiz nedeniyle bakış açımızı değiştirmemiz de kolaylaşabiliyor. Peki nasıl?
Öncelikle, ekip arkadaşlarımıza, çalışan değil, insan gözüyle bakmamız, insan olmanın getirdiği mükemmeliği keşfetmemiz için bir fırsat. Bence ilk aklımızda tutmamız gereken şey şu: İnsan deneyimi mükemmeldir. Bugün kabul ettiğimiz bir gerçek var: İnsanın, bütün eksik ve kusurlarıyla deneyimi, kendisine ve şirketine çok şey katıyor. Beynimizin bize bazen sorun çıkaran işlevleri mükemmel bazı sonuçlar yaratabiliyor. Örneğin verileri bozma işlevi, yaratıcılığımızı artırıyor. Verilerin bazılarını silme, hatta hiç fark etmeme işlevi, konsantrasyonumuzu sağlıyor. Verileri genelleme işlevi, öğrenmemizi hızlandırıyor. Elbette ki bu deneyimi iyileştirmek için her zaman yapmamız gerekenler olacaktır. Ancak ilk kabulümüz insanın mükemmelliği olduğunda büyük bir adımla modern insan yönetimi anlayışına yaklaşıyoruz.
İnsanın mükemmeliğini, kusurlarından daha öncelikli olarak ele aldığımızda, ona güvenmemiz, onu gereksiz kural ve kaidelerden bağımsızlaştırmamız mümkün oluyor. Bugün motivasyon konusundaki tüm araştırmaların söylediği özerkliği, otonomiyi, inisiyatifi çalışanlarımıza vermemiz kolaylaşıyor. Netflix vb. pek çok başarılı kurumun İK uygulamalarını sadeleştirdiğini, kuralları neredeyse ortadan kaldırdığını biliyoruz. Bunu yapabilmemiz için önce iyi bir işe alım, sonra insanın mükemmelliğine güven gerekiyor.
En üstün teknolojinin bile insanın yerini tam olarak tutamadığını gördüğümüzde insanın, yaratılan veya icat edilen her şeyden çok daha mükemmel olduğunu yeniden idrak ediyoruz. Böyle bir durumda şirketin, insana üstünlüğünün söz konusu olmadığını hızlı bir akıl yürütmeyle söylememiz mümkün. Muhakkak, şirketlerin sürdürülebilir başarıları olmalı ki, bizim de işlerimiz ve o işlerin yarattığı maddi, manevi tatminimiz daimi olsun. Bununla beraber deneyimlerimiz ve araştırmalar diyor ki; işletmelerin sürdürülebilir başarısı için insan en önemli unsur. O nedenle “önce insan, sonra şirket” demeli, her ikisini aynı seviyede görebilmemiz için insana biraz pozitif ayrımcılık yapmalıyız.
Çalışanı insan olarak gördüğümüzde, onun tek bir istatistik verisiyle kategorize edilemeyecek kadar değişik bireyleri barındırdığını anlıyoruz. Hepimiz çok farklı beklenti ve ihtiyaçlarla iş yaşamımızı yürütüyoruz. Bana uyan bir başkasına uymuyor. İnsan, doğası gereği, herkes gibi muamele edilmemeye, kişisel ihtiyaç ve beklentilerinin giderilmesine ihtiyaç duyuyor. İşte bu nedenle İK çalışmalarımızı şekillendirirken esaslarımızdan biri de bu olmalı: “İnsan deneyimi kişiseldir.” Bu kişisel deneyimi anlamak için ise, mümkün olan her durumda, çalışanlarımızı süreçlere ve kararlara dahil etmeliyiz.
Çalışan yerine insan kavramı ön plana çıkınca, duygusal ihtiyaçları anlamamız da kolaylaşıyor. Prim sistemi kurma eğitimlerimde en çok kullandığım cümle sanırım şudur: “Çalışanların motivasyonu düştüğünde çözüm olarak ilk aklınıza gelen şey prim vermek olmasın.” Tabii ki gerçek insan deneyimi, yaşam standardının düşmemesini ve maddi kazanımların belirli bir seviyede olmasını gerektiriyor. Bununla beraber maddiyat işin sadece bir kısmı. Pandemi ile insanlar kendi doğalarını daha çok fark etmeye ve önceliklendirmeye başladı. İnsanlar her zaman kendilerini, değerli ve başarılı hissetmek istiyordu. Ancak şimdi bunu daha çok dile getirmeye ve iş yaşamı tercihlerinde öncelikli bir kriter olarak kullanmaya başladılar. Pandemi öncesinde, Katarlılara, çalışan takdir ve ödüllendirme eğitimi vermiştim. Türkiye’de bu eğitime talebin az olacağını düşünüyordum. Pandemi sonrası bu konudaki farkındalıkla aynı eğitime çokça talep oldu. Bunun önemli bir gösterge olduğunu düşünüyorum. Eğitimlerde, benim aktardıklarımın ötesinde eğitim katılımcıları öyle can alıcı anekdotlar paylaşıyorlar ki işyerinde insan olduğumuzu, küçücük temas anlarının bizde nasıl büyük bir etki yarattığını hep birlikte, yeniden görüyoruz.
Çalışanları insan olarak görmeye başladığımızda hayatlarının iş ve özel yaşam diye çok az ayrışabildiğini fark ediyoruz. Seneler evvel bir şirkette satış performansını artırmak üzere bir çalışana koçluk yapıyordum. İlk seansın 5.dk’sında danışan, satış performansındaki düşüşün altındaki sebebin, eşiyle yaşadığı problemler nedeniyle işine odaklanamaması olduğunu fark etti. Ve bunu çözmek üzere konuşmaya devam ettik. Görünen o ki, insan herhangi bir makine gibi, duygularını, iş dışı düşüncelerini ofisin dışında bırakıp hayatına devam edemiyor. Ya da işteki meseleyi ofiste bırakıp ailesiyle keyifli vakit geçiremiyor. Çünkü insan deneyimi bütünseldir.
İnsan deneyiminin bütünselliğini farklı açılardan değerlendirmemiz de mümkün. Örneğin, işten ayrılan bir çalışanla görüştüğümde, bir anda bana, 10 yıl önce yaşadığı, unuttuğunu sandığı, küçücük bir anısını anlatmaya başlayabiliyor. Demek ki aslında unutmamış. Bu anı, kalbinin derinliklerinde bir duygu, zihninin derinliklerinde bir düşünce kırıntısı olarak senelerce yaşamış. Belki bir gün daha az kendini adayarak çalışmasına sebep olmuş, belki bir gün çalışma arkadaşının motivasyonunu düşürecek bir konuşma yapmasına sebep olmuş, ama farkında değil. Bugün anlam veremediğimiz bir işten çıkış kararının ardında, bu biriken damlaların taşması oluyor genelde. Bugünkü deneyimin geleceği, benim deneyimimin bir başkasını etkilemesi çok olası. Bunu da aklımıza tutmakta ve buna göre uygulamalarımızı ve davranışlarımızı şekillendirmekte fayda var.
Çalışanı insan olarak görmenin bir yansıması da şu; insan hareket eden bir canlı. Çalışanları belirli pozisyonlara, organizasyon şemasındaki kutucuklara hapsettiğimizde onun canlılık enerjisini azaltıyoruz. Oysa insan ilerlemek, farklı sorumluluklar almak istiyor. Çalışan bağlılığı anketleri ve odak grup çalışmaları yaptığımızda en çok gördüğümüz şeylerden biri; çalışanların ilerleme hissine ihtiyaç duymaları. Bu nedenle; alanında en iyi şirketler, esnek organizasyon yapılarına, proje bazlı takımlara, hatta farklı şirketlerdeki çalışanların ortak çalıştığı ekosistemlere geçiyorlar. Buna henüz hazır olmayan şirketler için ise kariyer yönetim sistemleri kuruyoruz; çalışanların unvan bazında ilerleme hissini yaşamalarını sağlamaya çalışıyoruz.
İnsan deneyimi üzerine daha çok yazılabilir. Kendime, tüm meslektaşlarıma ve yöneticilere küçük bir hatırlatma olması açısından bu kadarı yeterli olur sanırım. Şunu not etmek iyi olabilir: Mesele “çalışan” yerine “insan” demek değil. Henüz “çalışan” yerine daha güzel bir kelimemiz de yok zaten. Bu yazıyla yaratmaya çalıştığım farkındalık, uygulamalarımızı şekillendiren bakış açımızı “çalışan”dan “insan”a çevirebilmek. Umarım bir nebze olsun başarılı olabilmişimdir. Hepinize “insan deneyimi”ne yakışır bir “çalışan deneyimi” diliyorum.
Sevgiler, Saygılar
Derya Cihan Öksüzoğlu
Managing Partner
DERYA CİHAN Koçluk ve Danışmanlık